Amerika Birleşik Devletleri’nin farklı kentlerinde geçen ve her biri sezonlar boyunca devam eden CSI dizileri (CSI: New York, CSI: Miami gibi), bir dönem bizleri hayli “oyalamıştı.” Söz konusu dizilerde her ne kadar çoğu zaman gerçeklere de dayanan ve yüksek tempolu hikâyeler anlatılmışsa da, bir süre sonra kaçınılmaz olarak kaybolup gittiler... Ancak geriye dönüp baktığımızda, polisiye türün takipçilerine yeni bilgiler, ayrıntılar, araştırma yöntemleri hakkında farklı bir bakış açısı kazandırdıklarını da inkâr edemeyiz. Bu dizilerin diğer bir özelliği de, CSI: New York'u yakından takip etmiş biri olarak söylersem, isimlerine yansıyan kenti de hikâyelerine bir karakter olarak dahil edebilmeleriydi.
Dizilerin popülerliği dolayısıyla hemen kitapları da yayımlanmış, hatta bir kısmı Türkçeye de çevrilmişti. Bugünlerde ise CSI dizilerini yeniden hatırlamamıza sebep olan başka bir kitap var. Çünkü Karanlık Barselona'nın yazarı Marc Pastor, gerçek bir CSI. 1977 doğumlu Marc Pastor kriminoloji eğitimi görmüş. Şimdilerde de “CSI’lık” yapıyormuş; yani suç mahalli araştırmacısı. Dolayısıyla, böylesi bir ismin romanıyla karşılaşmak ayrı bir merak uyandırıyor insanda. Üstelik Barselona gibi bir kent de varken işin içinde.
20. yüzyılın başlarında geçiyor Karanlık Barselona'nın hikâyesi. Merkezinde de iki polis dedektifi var; Moisès Corvo ve Juan Malsano. Barselona’da aslında şiddet ölümleri hemen her gün gerçekleşmektedir. “İntihar olayları bir gün varsa ertesi gün yine vardı: Fabrika kapandığında içeride kalıp kendilerini fabrikanın kirişlerinden birine asan işçiler; aşkına karşılık bulamayan ve Otel Colón’un üzerinden kendini aşağıya atan bir banker; depresyonun üstesinden gelemeyip tren raylarına yatarak kafasını trene koparttıran birden, ikiden ve üçten fazla kişi ve buna benzer olaylar...” Bu “rutin” dolayısıyla Moisès Corvo ve Juan Malsano olaylara genellikle bir dizi formalite, kırtasiye işi gözüyle yaklaşmaktadır artık. Ancak son zamanlarda halk arasında kulaktan kulağa yayılan kaybolan çocuklar hadisesi, Corvo ve Malsano’nun kayıtsız kalamayacağı düzeydedir. Bir yıllık bir süre içerisinde, ikisi kesin olmakla birlikte, en az dokuz çocuk kaçırılmıştır. Bu kaçırılma vakalarını daha da vahim kılan şey, halk arasında bunu bir “canavarın” gerçekleştirdiğine inanılmasıdır...
Kısacası, korku ile polisiye türün kesişme noktasında yer alıyor Karanlık Barselona; hatta başka türlere göz kırpan bölümleri de var. (Örneğin steampunk’ın alametifarikalarına rastlamıyoruz belki ama atmosferin steampunk türüne yaklaştığı parçalar bile mevcut.) Diğer bir deyişle, kitabın ismindeki “karanlık” taraf tamam! Tabii ki, kaçınılmaz olarak Barselona’yı da arıyor gözlerimiz; ama...
“Örnek şehir Barselona defolarını saklamıyordu çünkü zaten kimse onları görmüyor gibiydi”; “Ateşli Gül lakaplı anarşist Barselona’da herkes kendi derdiyle meşguldü”; “Barselona çabuk sevip çabuk unutur, çabuk kızıp çabuk uykuya dalardı”; “Barselona’da birbirlerine çok uzak ve birbirleriyle bağlantısız sınıflar ve sonuçlarına katlanmadan geçilmesi imkânsız, görünmez sınırlar vardı.” Barselona’nın karakteristiğini yansıtan bu ve benzeri cümlelere roman boyunca zaman zaman rastlıyoruz; hikâyeyle iç içe geçen toplumsal yapıyı az çok çözmeye çalışıyoruz. Ancak genel olarak bakıldığında, Barselona’nın mesela o labirentvari sokaklarının tam anlamıyla ön plana çıktığını söylemek zor. Yani Marc Pastor, hikâyeye de çok uygun düşecek şekilde ele alınabilecek bir kent olan Barselona’ya, o hak ettiği roman kahramanlığı payesini verememiş gibi görünüyor. Bir fırsat tepilmiş, diye de nitelendirilebilir.
Gerçi hakkını yemeyelim; kenti yeterince ön plana çıkarmayışı Marc Pastor’un CSI’lığını sekteye uğratmışsa da, hikâyenin gerçeklerle bağlantı noktasında yazar, araştırmacı özelliğini konuşturmuş! Kaçırma hadiselerinden kimin sorumlu olduğu daha kitabın başlarında açıklandığı, dahası, roman bu muamma üzerine kurulmadığı için burada ayrıntılara girebiliriz. “Karanlık Barselona”da anlatılan, Enriqueta Martí’nin hikâyesi aslında. Gerçekten de çocukları kaçıran, “Barselona’nın vampirellası” olarak anılan bir Enriqueta Martí var kentin tarihinde...
Romanın merkezinde yer alan dedektiflerden Moisès Corvo’nun bir kitap kurdu oluşunun da altını özellikle çizmeliyiz. Moisès Corvo, karısından kaça kaça akşamlarını kardeşi Antoni’nin çalıştığı matbaada geçirmeye alışmış. Günün birinde kardeşi, Corvo’ya yeni ciltlediği bir kitap veriyor; “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde.” Kitabın hoşuna gitmesiyle birlikte Corvo’nun önünde yepyeni ve sonsuz bir dünya da açılmış oluyor böylelikle ve kardeşinden yeni kitaplar istiyor. Corvo’nun istediği kitaplar, “Karanlık Barselona”nın hikâyesi düşünüldüğünde, oldukça manidar: Sheridan Le Fanu’nun “Carmilla”sı, Conan Doyle’un “Holmes Hikâyeleri”, Shelley’in Frankenstein'ı, Gaston Leroux’un Operadaki Hayalet'i, Stoker’ın vampiri... Polisiye, bilimkurgu, korku edebiyatını takip edenlere aşina gelecek isimler. Laf arasında, adını pek duymadığımız bir yazardan daha bahsediliyor romanda; Juli Vallmitjana. Adının geçtiği yerde, dipnotla şu bilgiler verilmiş: “Eserlerinde özellikle Barselona’nın alt tabakaları ve Çingenelerinin yaşamını işleyen Katalan yazar ve dramaturg.” Biraz daha araştırınca, zamanında Picasso’nun portresini yaptığı bir yazar ve ressam olduğunu da öğreniyoruz Juli Vallmitjana’nın. Barselona’nın ünlü mekânlarından Els Quatre Gats’te gölge tiyatrosu gösterileri de yapmış hatta.
Yakın bir zaman önce Barselona’ya gittiğimde, uğradığım yerlerden biriydi Els Quatre Gats. Hakkındaki ilk bilgileri de başka bir romandan, Carlos Ruiz Zafon’un kaleme aldığı Rüzgârın Gölgesi'nden edinmiştim. Romanlar elbette birer gezi rehberi değildir ama bazı kentler, ne kadar ön planda olup olmadıklarıyla bile eserlerin niteliğinde belirleyici rol oynayabiliyorlar...
Bu yazı ilk olarak Remzi Kitap Gazetesi'nin Mart 2016 tarihli sayısında yayımlanmıştır.